sabii zerdusti idi mecusi medusi hurufu mukatta harfin rakami 7binyil 50binyil kiyamet kovaburcu dongusu tuba agaci kabbalah tree vakia37 ebkara uruben arab agade akad avucunda ay isigi yuze surmek amonhotep aminmemnun amenhosnut

✔ elif Lam Mim, hurufu mukatta sırrı, hurufu mukatta kökeni. Kesik harflerin anlamsız dikkat çekme amaçlı harfler olduğu fetvalarını bir kenara bırakalım mı ? Hurufu Mukatta Kesik harflerin anlamsız dikkat çekme amaçlı harfler olduğu.
ra > ser = görmek kafa
ro-ni > aydınlık + gün göz bebeği + göz ışığı ? baş bölgesinde ve görmek ile ilgili kavramlar.
✔ ilyas özkan : hurufu mukatta elif lam mim.
✔ karmati arman : elif lam mim hurufu mukatta.
✔ sadece allah'ın anlayabileceği hurufu mukatta ayetlerin, insanlara oku diye gönderilmesi saçmalığı.

✔ akkad kralı nemrut / naramsin 'in dikilitaşı var. arapça zül- sahip, malik anlamında ön ek. arapça qarn - boynuz, tepe anlamında. arapça eyn - son eki ise sonunda bulunduğu kelimeyi çift yaparak "zü el qarn eyn - iki boynuzlu” anlamına gelir. akkad kralı naramsin (M.Ö. 2190 – 2154) kelime başında "n" akkadça'da mâlik-lik, sahiplik, iyelik bildiren ön ek dir. türkçede -lı, -li eki. akkadça "aram, sevgi, sevda" anlamında. asurca'da ise "bir objenin üzerine geçirilen membran, deri, metal, kaplama" anlamında dır. asurca, akkadça nın devamı bir lisan, dil. asurcadaki anlamından objeyi vücut veya baş olarak kabul ettiğimizde; metal, deri veya başka bir şeyden yapılan zırh, mihver anlamları türetilebilir. "sin" son eki rakam olarak "2" anlamına gelir. sin eki sonraki dönem akkadçasında s harfi düşerek -in ekine dönüşmüş, arapçada da -eyn eki şeklinde yer almış. sin aynı zamanda ay anlamında dır. mezopotamya’da ay, hilal şeklinde, açıklığı yukarı bakacak şekilde nanna/sin adı ile resmedilmiş. hilalin iki ucu, akkadça sin, sümerce nanna'yı 2 rakamını verdiği düşünülür. boğanın tepesindeki iki boynuz, nanna / sin / ay 'a benzetilir.

✔ n - aram - sin. (naramsin / nemrut)
li - miğfer - çift. (çift miğferli / iki boynuzlu)
lı - sevda - ay. (nanna / sin / ay sevdalısı)

✔ islami pagan töre devam ediyor. allahü ekber neyin en büyüğü çolpaz allah, kime müslüman demiş orasını bile tam becerememiş. kutsal zannedilen quran/curia ayetlerini, aslında kureyş/kiros hânedanı siyasetçiler yazmışlar. putperetlik zirvesi islam sayesinde, 2 milyar müslim putperest, kâbe nin çevresini 7 kez dönünce ve lat / hacerul esved taşını öpünce sevap kazandığına inanıyor, tıpkı 3 bin sene önce aynı putlara dokunarak ibadet yapan putperestler gibi.

✔ ümmi, kendi doğduğu milletin dili ve kültürü/ümmeti haricindeki her dil ve ümmeti/kültürü bilmemek, yabancı olmak idi, ümmi kavramı 7nc yüzyılda.

✔ belh'de ali'nin mezarı dedikleri aslında zerdüşt'ün mezarı. belh 'de doğup, belh 'de ölen zerdüşt 'ün mezarı 'nın ismini değiştirerek, gerçekte ırak 'ın necef şehrinde gömülmüş hz ali mezarı olarak kabul etmiş afganlar zerdüşt 'ü, çünkü afganistan, islami devlet yasaları ile yönetilmeye başlanınca, zerdüştlüğe inananların yaşamları tehlikeye girdi, ve zerdüştler o vakit, kendi inançları nın ismini değiştirerek, islami isim verdiler, böylece zerdüşt 'ün mezarı, ali 'nin mezarı hâlini aldı. hem zerdüştler, inançlarını sürdürdüler, müslümanlık içerisinde.

✔ persekler, persler, pers mitolojisi. zerdüştlük dinine inananlar. pers kürtçe çingene demek.
✔ zerdüşt kelimesi nin aslı zaratustra, zarat (güzel) ve ustra (develer) terkibinden "güzel develere sahip olan" anlamına gelir. latinceleşmiş şekli zaratustra, yunancası zoroastres.

mecusi zerdüşt mö.660 yılında doğmuş, mö. 630 yılında peygamber olmuş, mö. 583 yılında 77 yaşında belh ateş mabedinde turanlılar tarafından öldürüldüğü söylenmekte dir. mecusi zerdüşt avestası, tevrat’ın 8 sayfasında iran sultanlarından söz edilmiş, incillerin 1.kitabı matta incilinde : yeni doğmuş isa’nın görmeye gelen ilk şahıslar, kendilerine meğ denilen doğu tarafındaki birkaç bilge idi, zerdüşt dinine mensup yahuva, kureyş / kuroş ’u kendi mesih i olarak anmış.

vakia 29, 30 : talhin mendudin ve zillin : muz ağaçları meyvaları dizili ve gölge. talhin طلح zillin ظلل muz ve gölge veriyor allah cennette yiyin diye ama taha 118'de cennette acıkmak yok أَلَّا تَجُوعَ ella tecuğa diyor yine allah ile muhammed çarpışıyorlar.

vakia 36, 37 : ebkaran uruben أَبْكَارًا عُرُبًا : bakire sevgililer : bakire أَبْكَارً ebkaran, uruben عُرُبً arab bakire kadınları yine arap olan erkeklere veriyor allah. allah milliyetçilik yapıyor burada. diyanetin sevgili anlamına çevirdiği uruben arapça'da sevgili değil, arab'ın çoğulu "arablar-uruben" demek aslında. arapça sevgili anlamında habibe ve habib var, sevmek الحب el hubu, hubbe حب sevgi, habib-ullah حبيب الله allah'ın sevgilisi var, ve doğrusu habibe dir kadın sevgili.

sevdim : I loved : حببت : habebtu حببت sevdim. habib, muhabbet. muhibbi.
aziz عزيزي . yürek pür-gam, gözüm pür-nem, muhibbiyim.

islam'ın siyaseti, dinlerin, mezheplerin içeriğindeki inanç yapılarını anlamak amacıyla, tarihsel siyasi oluşumların paralelinde evrilerek ilerleyen mitolojik altyapılar, siyasi oluşumlar, toplumların kültürel genlerine işlemiş mitos inançlar, birer motivasyon malzemesi olarak, kendi siyasi çıkarları doğrultusunda kullanma stratejileri geliştirmeleri kaçınılmaz olmuş.

✔ tuba agaci kabbalah tree : farklı farklı arketipleri simgeleyen 10 düğüm, ve bu düğümleri bağlayan 22 hattan oluşan ağaç benzeri bir diyagram 'dır. düğümler, ortak bir kategori içinde bulunurlar ve birisi uzun ikisi kısa olan üç temel sütuna ayrılır.

✔ sidretül münteha, miraç son duraktaki ağaç ve cennetin girişindeki ağaç. gassaniler den önce allah adı yok idi ama eloah dan allah adını türetmiş hristiyan gassaniler ve ayrıca hz ibrahim 4 milleti dolandırıp zengin olmuş dolandırıcı bir harranlı sabii ibrahim idi.

✔ evrenimiz 14 milyar yaşlı iken, dünya 4 milyar yaşlı dır. evren oluştuk dan 10 milyar yıl sonra, dünya oluşmuş bilim e göre. ama muhammed, önce dünya varoldu, sonra evren varoldu diyor, yani bilimin tersine, fussilet 9,12 ayetlerde. ay’ı nur kaynağı olarak nitelendiriyor, oysa ay, güneşin ışığını yansıtır, ay ışık üretmez. cehennemde ebu cehil’e düello teklif ediliyor.

✔ rüzgar ile hareket edebilen yelkenli gemilere bakarak rüzgar olmazsa gemiler durur (araf 57, şura 32,33) demiş muhammed, yakıt enerjisi ile gemileri iten motor teknolojisine bakamamış. denizde esen rüzgar durunca, motorla çalışan gemilerin de ilerlemesinin duracağını sanıyor muhammed. günümüzde ohio sınıfı USS pennsylvania denizaltısı, 4 kg uranyumdan motorlara yakıt elde edilerek, su yüzüne hiç çıkmadan 20 yıl derin denizlerde rüzgarsız ilerleyebiliyor. abd nükleer donanma gemileri, 6 ayda bir mürettebat için hava değişimi ve gemiye erzak depolamak amaçlı kara'ya çıkartıyor gemiyi. nükleer gemi motorunu 20 yıl çalıştırmaya yetiyor imiş 4kg uranyum yakıt düzeneği. şura 32,33 ayetleri, ahzab 32, 36, 50, 52 gibi uygulanamaz, geçersiz çünkü tarihsel masal. şura 32,33 "denizde dağlar gibi yüzen gemiler allahın ayetlerinden dir. dilerse allah rüzgarı durdurur ve gemiler, rüzgarsız denizin üstünde durakalır ilerleyemezler" diyen muhammet, yaşadığı dönemdeki yelkenli gemilerin rüzgarla ilerleyebilmelerine bakarak, gemilerin hep rüzgarın itmesiyle yol alıp ilerleyeceklerini sanmış.

✔ muhammet, gelecekte motorlu gemilerin, rüzgara ihtiyaç duymaksızın ilerleyebileceği motor teknolojisinden haberdar değilmiş. muhammet'in tanrı ile iletişiminin olmadığını gösterir. gelecekte gemi motorlarının icat edilmesiyle beraber, tüm denizlerde rüzgara ihtiyaç olmaksızın gemilerin, rüzgar ile değil, motor teknolojisi ile ilerleyebileceğini allah bilseydi, rüzgar olmaksızın gemilerin deniz ortasında durakalacaklarını ayet olarak muhammed'e yazdırmaz idi. yaşamınız, size göre adil değil ise islamı kullanın ama evrenin de size karşı agresif olabileceğini unutmayın.

✔ kâbe كعب nin Yerinde Duramadığı Gün.

✔ kâbe'yi yapan sabiiler, zerdüşti, mecusi, idiler. (mandeizm/mandaeans arapça صابئة / مندائية / صابئه) sabiiye araplar, sab (dönmek, değişmek) din değiştiren kişiler idi. türkçe zerdüşt ifademizin asılı zarathuştra, zaratha (altın) ve uştra (ışık) 'dır. yani allah nur : allah uştra 'dır. tıpkı nur 35.ayette allahın tarifi gibi. allah nur üstünde nur/uştra (nur 35.ayet), kabe ateş tapınağı, zemzem arınmak ritüeli idi. temas edilemeyen allah nur üstüne nur 'dur, pırıldak ışıldak uştra allah nur 35, لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ lem temseshu narun nurun ala nurin allah. kabe allahın evi, allah nur/temas edilemeyen alevin ışıldak'ı /nur'u idi. ilkin zerdüşti sabii yapımı kabe, içerisinde ateş yanıyor idi kabe'nin tavanı yok iken.

✔ tümsek/topuk anlamında كعب kabe 'ye tavan, muhammed den sonra yapıldı. zerdüşti dualite var mescidi haram bölgesinde. ateş ve su. ışık ve ışıksızlık. tümsek kabe ve kuyu zemzem, allah ve şeytan, dualite nin tarifsel yansıması dır bunlar. farsça آتش و آب ateş ve ab/su, arapçası نار و ماء narun ve maun. kabeyi ışık-nur evi yapan mecusi zerdüşti mantık, doğadaki nizam ve denge nin sağlanması için gerekli dualite, bu ışık ve ışıksızlık mantalitesi ile kabullenilmiş idi.

✔ aile tohumu olarak zerdüşt, farsi-pers değil, med kökenli idi. medlerin magi aşiretine mensup idi. zerdüştlerin en büyük ateş tapınağı, iran senendec bicar kentinde idi. hac 17.ayet'de "hadü ve sabiine ve nasara ve mecuse" denilerek, vahiyli-peygamberli göksel 4 din arasında, yahudi ve sabii ve hıristiyan ve mecusi dinler gösterilmiş. bu 4 semavi dinin bölgelerinde, kendi inançlarına ait kabeleri olmalı idi ama yok edilmişler.

iran'da کعبه زرتشت kabe'yi zerdüşt, bahreyn'de كعبة القرامطة qarmati kabe'si kaldı, harabe olarak. kabeleri yapanların ortak fikirleri, ışık'a kutsallık yüklemeleri idi ki,
(*) mekke kabesi içerisinde asılı kandillerde ateş yakılmışlığına düzenek var. bu bağlamda kuyuda su zemzem'in, allahın ışıldak'ını /nur'unu emdiği/absorbe ettiği düşünülerek hac mitosu kurgulanmış. haccın günahları yok etmesi, emmek biçimine evrilmiş.

✔ narun ve maun نار و ماء ateş ve su, Φωτιά Και νερό, fire and water, آتش و آب ateş ve ab. כעבה וזמזם kaaba and zamzam كعبة و زمزم kabe ışık/nur evinde allah nur'dur ve zemzem kuyusu, nur/ ışık'ın zıddı ışıksızlık'ın temsili قسم بئر زمزم dir. tümsek/topuk كعب kabe nin 21 metre uzağındaki zemzem suyu ndan abdest almak, kutsal bu sebep den ötürü.

* kabe nin gözü عين الكعبة ğayn kabe, eye of the Kaaba. ğayn عين göz kehf 86 da ki.
Why did the Qarmatians put the Black Stone in this place ? لماذا وضع القرامطة الحجر الأسود في هذا المكان ؟
Why did the Qarmatians transfer the Black Stone from the Kaaba to Bahrain ? لماذا نقل القرامطة الحجر الأسود من الكعبة إلى البحرين ؟

✔ aile tohumu olarak zerdüşt, farsi-pers değil, med kökenli idi. medlerin magi aşiretine mensup idi. zerdüştlerin en büyük ateş tapınağı, iran senendec bicar kentinde idi.

✔ avesta, kürtçe zazaca lehcesine yakın dır. zerdüşti - zerdeş, hac 17 'de mecusilik semavi dinler arasında kabul edilmiş.
✔ hac 17 : amenü hadü ve sabiine ve nasara ve mecuse ve eşraku :

آمَنُوا هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ أَشْرَكُوا : inanan yahudi ve sabii ve hıristiyan ve mecusi ve aracı koşan.

✔ kabe'yi yapan sabiiler zerdüşti, mecusi, maniheizm yapışmalı med kültürlü idiler.

✔ (mandeizm/mandaeans arapça صابئة / مندائية / صابئه) sabiiye araplar, sab (dönme, değişme) din değiştiren kişiler idi. türkçe zerdüşt ifademizin asılı zarathuştra, zaratha (altın) ve uştra (ışık) 'dır. yani allah nur : allah uştra 'dır.

✔ zerdüşt kelimesi nin aslı zaratustra, zarat (güzel) ve ustra (develer) terkibinden "güzel develere sahip olan" anlamına gelir. latinceleşmiş şekli zaratustra, yunancası zoroastres.

✔ mecusi zerdüşt mö.660 yılında doğmuş, mö. 630 yılında peygamber olmuş, mö. 583 yılında 77 yaşında belh ateş mabedinde turanlılar tarafından öldürüldüğü söylenmekte dir. mecusi zerdüşt avestası, tevrat’ın 8 sayfasında iran sultanlarından söz edilmiş, incillerin 1.kitabı matta incilinde : yeni doğmuş isa’nın görmeye gelen ilk şahıslar, kendilerine meğ denilen doğu tarafındaki birkaç bilge idi, zerdüşt dinine mensup yahuva, kureyş / kuroş ’u kendi mesih i olarak anmış.

✔ 21 cilt kitap avesta (hukuk) dan, arami/süryani kronikleri nden alıntı ayetler arapça yazılmış ama araplar, roma meclisi quria nedir, kurban kesmek eylemi zebhin ذبح (saffat 107) nedir, kurban kes emri nehar نحر (kevser 2) nedir, yusuf'u yiyen kurt, zi'bu ذِّئْبُ (yusuf 17) nedir, nusuk nedir? anlamlarını bilmiyorlar çünkü arapça değil ve çoğu ayetin kavramları deontolojik yaklaşım ile arapçalaşmış. ayetler, ortadoğu mitoslarından taşınarak kotarılmış ama karşılığı bilinmeyen arapdışı kelimeler, ayetlerin içerisinde kalmış.

✔ zerdüştlük, hesen şerif (beyta laliş) ebu lehep ateşin babası zerdüşt hüsrev.

✔ en eski dünya haritası, imago mundi babil haritası fırat Nehri'nin doğu kıyısında bulundu

✔ 7 yön 7 ada, babylonian seven islands seven directions
✔ antillia imago mundi
✔ babylonian world map

✔ Historical and Technical Notes on Aqueducts from Prehistoric to Medieval Times

✔ mesopotamia bodies of water, physical features water
winged hero fighting with a lion over a bull. Neo-Babylonian cylinder seal

✔ elif lam mim : ibranice alet lamed mem : ani lo mamin

✔ arami/süryani anekdot kısaltmaları ile örtüşüyor ama arami ler de babil ler den öğrenmiş bu anekdot kısaltmayı.

✔ yâ sin / ey siin, babil, akkad, arami/süryani anekdot kısaltmaları elif lam mim ve güney Arabistan: hadramut bölgesi ay tanrısı

✔ karmati arman : lat menat uzza : elif lam mim.

✔ elif ellah, lam ledünni, mim muhammed :
bakara 1 : elif lam mim الم ellah dan ledünni yol ile muhammed e indirilen.
bakara 2 : bu kitap raybesiz, şüphesiz.
✔ bakara 3 : gayba inanırlar, salatı ikame ederler ve verdiğimiz rızıkı infak ederler.

✔ anaphora : retorikte, bir anafora, komşu cümlelerin başlangıcında bir dizi kelimeyi tekrar etmekten ve böylece onlara vurgu yapmakta oluşan retorik bir araçtır. Buna karşılık bir epistrophe, cümlelerin sonunda kelimeleri tekrar ediyor. Anaphora ve epistrophe kombinasyonu semptomla sonuçlanır.

✔ syria mark postscript - syriac Apocalypse of Daniel

✔ christian aramaic - arabic name of hashem means allah in hebrew.


✔ syriac alphabet abbreviation mark, Syriac anecdotal abbreviations : Alif Laam Meem - True meaning :


✔ What does Alif-Lam-Meem mean?

✔ reddit Alif Laam Meem

✔ allah mı, lah mı? al lah = the lah. al lah, al lat, al uzza.
bi ismi al lah = ile adı al lah. bi ismi allah = ile adı allah.
beyt ul Lah = Lah ın evi. Abd ul Lah = Lah ın kulu.
feyz ul Lah = Lah ın bereketi. Seyf ul Lah = Lah ın kılıcı.

Ha Mim. Mevlana nın "ince şeyler"i göremeyenler hakkındaki değerlendirmesi: "ahmaklar, GÖRÜNÜŞE SARILDIKLARINDAN, O İNCE ŞEYLER onlardan adamakıllı gizli kalmıştır. Hasılı [sözün kısası] maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, [anlamadıkları şeyleri savunmak amacıyla yaptıkları] itirazları yüzünden de O İNCE ŞEY fevt [yok] olup gitmiştir."

mesnevi cilt 5: (1265.) Birisi, müftüden gizlice sordu: Bir adam namazda feryat ederek ağlarsa, Acaba namazı bozulur mu, bozulmaz mı, namazda ağlamak caiz midir?

Müftü dedi ki: Gözyaşı denilen o yaş niçin aktı? O, ne gördü, neden ağladı? Önce buna dikkat etmek gerek. Acaba gizlice ne gördü de o gözyaşı çeşmesi aktı? Eğer yalvarıp yakaran kişi, o alemi gördüyse ağlayışı ile namazı daha makbul bir hale gelir. (1270.) Yok, o ağlayış, o yaş, beden zahmetindense ip de kırıldı iğne de.

Bir mürit, şeyhin huzuruna geldi. Pir, ihtiyar demek olan bu şeyh sözüyle yaşça ihtiyar olan değil, akıl ve marifet bakımından tecrübe sahibi bulunanı kasdediyorum. İsa aleyhisselam da beşikte çocuktur, Yahya aleyhisselam da çocuk mektebine gider ama ikisi de pirdir, peygamberdir.

Mürit, şeyhini ağlar buldu. Onu görüp ona uydu, o da ağlamaya koyuldu. İş bitip dışarı çıkınca şeyhin halini daha iyi bilen başka bir mürit, gayrete gelip hemen arkasından koştu, ona yetişti. Dedi ki: Kardeş, bak, sana söyliyim: Tanrı hakkı için şeyh ağlıyordu, ben de ağladım diye aklına bir şey getirme ve böyle bir söz söyleme. Otuz yıl riyasız riyazat çekmek, tehlikeleri atlatmak, ejderhalarla dolu denizleri, aslan ve kaplanlarla dolu yüce dağları aşmak gerektir ki şeyhin ağlayışına sahip olasın; yahut da bütün bunlarla beraber yine o ağlayışa sahip olmazsın, bu da var. O makama erişebilirsen “Yeryüzü bana gösterildi” diye çok şükür etmen gerek.

mürit pirinin huzuruna vardı. Pir, hay hayla ağlıyordu. Mürit şeyhi ağlıyor görünce o da ağlamaya koyuldu, gözünden yaşlar akmaya başladı. Kulağı duyan bir dost bir dosta latife etti mi bir kere güler, sağır iki kere. Birinci gülüşü halkı güler görerek taklitle gülmektir. (1275.) Onlar gibi o da güler, güler ama öbür gülenlerin halinden haberi yoktur. Neden güldünüz diye sorar, anlayınca ikinci defa gülmeye başlar.

Mukallit [taklit eden] de kendisindeki neşeyle aynen sağıra benzer. Şeyhin ışığı vurur, meşrebi akseder [davranış biçimi yansır], müritlere bir neşe feyzidir gelir. Fakat bu feyiz müritlerden değildir, şeyhtendir. Bu hal, suda duran sepete, cama vuran ışığa benzer. Bu hali, kendilerinden bilirlerse noksanlıktır. (1280.) Irmaktan çıkarıldı mı o inatçı [sepet], ondaki suyun, dereden olduğunu anlar bilir. Cam da, ay batınca o ışığın, aydın aydan olduğunu anlar.

“Kalk” emri, gözünü açtı mı seher gibi ikinci defa güler. Bu sefer o taklit alemindeki gülüşüne [başkası gülüyor diye konuyu anlamadan gülüşüne] güleceği gelir, tatlı tatlı güler. Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar. (1285.) Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden, hamlığımdan, ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler [ŞEKİLLER/GÖRÜNÜŞLER] gösteriyormuş.

Yolda emekleyen çocukta erlerin [yetişkinlerin] düşüncesi nerede? Nerede onun hayali? Nerede dosdoğru hakikat? Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür, cevizdir yahut da bağırıp ağlama. O mukallit [taklit eden] de illetli bir çocuğa benzer. İnce bahislere girişir, deliller getirir ama aldırma. (1290.) Delil bulmadaki [yanlış görüşünün doğru olduğunu kanıtlamak için delil bulmadaki], müşkül [zor] işleri halletmedeki o derinleşme [inancındaki zor konulara cevap verebilmek için derinleşme], onu basiretten alır [sağduyusunu kaybeder]. Sırrının sürmesi [Sürme: belirginleştiren madde. Buradaki konuda: hakikat. Sırrın ne olduğunu ortaya çıkarıp gösterecek] olan hakikati bırakmıştır da müşkül [zor] şeyleri söylemeye girişmiştir.

Ey [bilgeleri taklit eden] mukallit, Buhara’dan dön de [kendini bilge görmekten vazgeç de] horluğa doğru yürü [bilgelik taslamak yerine, benim bu zor konulara aklım yetmiyor de], ancak bu suretle aslan bir er olabilirsin. Nihayette kendi içinde başka bir Buhara [bilgelik, alimlik] görürsün ki, [bilgeliğiyle] saflar yaran erler bile onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale girmişlerdir. Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize varınca damarı kopar. (1295.) O, ancak karada “Onları yüklendik” sırrına mazhardır. Asıl adam, yükleri denizde [batmadan] yüklenendir.

Koş ey vehme [kuruntuya], [harf olarak gördüğü SURETİN/ŞEKLİN gerçekte ne olduğunu anlamadan] surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve lütuflar vardır.

O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu. O mukallit [taklit eden] de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı. Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona yetişti. (1300.) Dedi ki: Ey [yağmurunu bilinçsizce boşaltan] bulut gibi [gerçeklerden] habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam eden şeyhin ağlamasına uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya koyulan! Ey vefalı mürit, Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için kendine gel. Gerçi taklitten de faydalanırsın ama, O padişahı ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile. Çünkü bu söz münkirliktir.

Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına benzemez. Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir yol var. (1305.) O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz. Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez, bilir sanma. Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir. Onun ağlayışı da o yandandır, gülüşü de. Aklın vehmettiği şeylerden [kuruntulardan] dışarıdır o. Onun gözyaşı, gözüne benzer. Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer. (1310.) Onun gördüğünü ellemeye imkan yoktur, ne akıl kıyası ile bilinir, ne duygu yolu ile!

Gece, ta uzaktan nuru gördü mü kaçar. Şu halde gece karanlığı, nurun halini nasıl bilir? Sinek, rüzgardan kaçar. Artık nasıl olur da rüzgarların zevkini tadabilir? Önü olmayan geldi mi sonradan olan, abes olur. Şu halde önü olmayan, sonradan olanı nereden bilecek? Önü olmayan sonradan olan şeye aksetti mi onu hayran eder. Onu yok etti mi de kendi rengine boyar. (1315.) Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum yok a yoksul:

Bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” bu harfler [bu harflerin görünüşleri] tıpkı Musa’nın [Firavunun sihirbazlarının önünde yere atınca yılana dönen] asasına benzer. Harfler [diğer harfler] de GÖRÜNÜŞTE bu harflere benzerler. Fakat bunların vasıflarından [Musa'nın asası gibi yılan olma özelliklerine sahip] değillerdir. Sınama sözünden eline [sıradan] bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın sopasına döner mi? Bu [mucize yapan] nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.

(1320.) Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Tanrı’dan gelmiştir. Her elif lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa [hayatını kaybetmek istemiyorsan] bunlara o gözle bakma [tehlikeye karşı uyanık ol]. Gerçi harflerden meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden meydana gelen sözlerine de benzer. Muhammed de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden, onun cinsindendir. Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere benzer mi?

(1325.) O terkip [“Hâ mim”] de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat oldular. Kuran’daki “Hâ mim” terkibi de böyledir. Pek yücedir o, öbür terkiplerse pek aşağıda. Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş gibi her şey dirilir. “Hâ mim” Tanrı lütfu ile Musa’nın asası gibi EJDERHA [EJDER] olur, denizler yarar. GÖRÜNÜŞÜ başka sözlerin, terkiplerin GÖRÜNÜŞÜNE benzer ama değirmi [yuvarlak] ekmek, ay değirmisinden çok uzaktır.

(1330.) Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Tanrı’nın huyudur. "Fakat ahmaklar, GÖRÜNÜŞE SARILDIKLARINDAN, O İNCE ŞEYLER onlardan adamakıllı gizli kalmıştır. Hasılı [sözün kısası] maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, [anlamadıkları şeyleri savunmak amacıyla yaptıkları] itirazları yüzünden de O İNCE ŞEY fevt [yok] olup gitmiştir [“Hâ mim”in Ejderha olduğu gözlerden gizli kalmıştır]."

Ejderha | Ejder = İblis Şeytan. sonunda gerçeği gören müridin pişmanlığı:

"Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar. (1285.) Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden, hamlığımdan, ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler [ŞEKİLLER/GÖRÜNÜŞLER] gösteriyormuş."

Ne çıktı? Ejderha mı? Have you seen the writing on the wall? @babylonthegreatwasremembered

✔ mekke'den Medine'ye göç etmeyi reddeden müslümanların göçe zorlanması.

✔ muhammed'in mekke dönemi. mekke'den çıkmaya zorlayanlar, Mekke'li müşrikler değil, Mekke'li Müslümanlar oldu. Eğer bu Müslümanlar Mekke'li müşrikler tarafından öldürülmekle korkutulmuş olsalardı, o zaman zaten isteseler bile Mekke'de kalamazlardı. Ama böyle bir durum olmadığı için onlar orada kalmak istediler. Bu nedenle Allah onları göçe zorlamak için, göç etmeyi reddedenlerin öldürülmelerini emretti. Ancak diğer Müslümanlar için, birilerini sırf kendileriyle birlikte göç etmiyor diye öldürmek çok da ikna edici bir neden değildi.

onlara, göç etmeye yanaşmayanların cehennemde yanmayı hakeden kâfirler olduğu söylendi. Böylece onları öldürecek olan diğer Müslümanlar için bir gerekçe yaratılmış oldu. Öte yandan yine de bu sözde kâfirler bir şartla öldürülmeyeceklerdi. Bu şart, onların Medine'ye göç etmeyi kabul etmeleriydi. Yani kâfir oldukları söylenen bu insanlar diğer Müslümanlarla bir arada yaşayabileceklerdi! Acaba Allah, hangi nedenle bu kâfirlerin, gerçek Müslümanların arasında yaşamasını istiyordu? Peki bu kâfirler sahte Müslümanlar değiller miydi? Evet öyleydiler. Ama yine de Allah bu kâfirlerin, İslam'a inanmayan münafıklar olarak Medine'deki diğer Müslümanlarla birlikte yaşamalarını istiyordu. Allah'ın emrine karşı gelenler öldürülecekti. Ve bu yüzden kâfir oldukları söylenen Müslümanlar, öldürülmemek için göç etmek zorunda kaldılar. Bunlar Medine'ye vardılar ve orada gerçek Müslümanların arasında sahte Müslümanlar şeklinde, ikiyüzlü ve münafık kişiler olarak yaşamak zorunda kaldılar.

Buradan da anlaşılacağı gibi, aslında zaten bu insanlardan İslam'ı gönülden benimseyen samimi gerçek Müslümanlar olmaları beklenmiyordu. Çünkü asıl amaç, bu kâfirlerin de katılımıyla Müslümanların sayısının olduğundan daha çok görünmesini sağlamaktı. Peki bu neden çok önemliydi? Çünkü Müslüman olmayan topluluklara karşı üstünlük kurabilmek için sayıca ÇOK OLMAK gerekiyordu. Yani ister gerçek, ister sahte Müslüman olsun, önemli olan şey, Müslüman olarak bilinen bir toplumun, Müslüman olmayanlara göre sayıca daha fazla olmasıydı. Bu nedenle niteliğe, yani gerçek imana değil, niceliğe, yani sayıya önem verildi.

Bu şekilde zamanla yeterince kalabalık olduklarında, müşriklerle savaşılacak ve İslam'a teslim olmaları istenecekti. Müslümanların sayıları daha da çoğaldıkça, Müslümanlar tarafından öldürülmekten korkan müşrikler savaşmadan bile Müslüman olacaklardı. Elbette ki bu insanlar gerçekte Müslüman olmayacaklar, sadece rol yapacaklardı. Böylece ismen Müslüman olan, ancak gerçekte hem gerçek hem de sahte Müslümanlardan oluşan bir toplum oluşacak ve bu hep böyle devam edecekti. Böylece her zaman Müslüman toplumların içinde, öldürülme korkusuyla Müslüman gibi görünen kâfirler olacak ve bunlar hayatlarını münafıklar olarak yaşayacaklardı. Ancak gerçek Müslümanlar başından beri bu durumun farkındaydılar. Onlar bu durumun başka türlü olamayacağını da zaten bilmekteydiler. Onlar için bu o kadar da önemli bir şey değildi. Kendi hakimiyetleri tehlikeye girmediği sürece onlar için bir sorun yoktu.

Çünkü onların amacı, sadece dine gerçekten inanan Müslümanlardan oluşan bir toplum oluşturmak değildi. Çünkü isteseler de böyle bir toplum oluşturamayacaklarını bilmekteydiler. Yani amaç dünyadaki tüm insanların arasından yalnızca İslam'a gerçekten inananları toplamak değildir. Amaç sadece, inanan ya da inanmayan herkesi dine boyun eğdirmekten ibarettir. Bunun sonucunda gerçekte insanlar Allah'a teslim olmayacaklar ama İslâm'a teslim olacaklardır. Yani amaç bütün insanları Müslüman yaparak onların da cennete gitmelerini sağlamak değildir. Onların amacı, insanların Allah'a teslim olmalarını sağlamak değildi. Amaçları sadece insanların İslam'a teslim olmalarını sağlamak ve İslâmı tüm dünyaya hakim kılmaktı. Çünkü İslam'a göre dışarıdan Müslüman görünen, ancak gerçekte Allah'a teslim olmamış kişiler cennete gitmeyecektir. Peki öyleyse, o zaman İslam'ı dünyaya hakim kılıp dünyadaki bütün insanları zorla Müslüman yapmaya çalışmak neye yarayacak diye sorulabilir. Cevabı şu.

Bütün insanlar İslam'a inanmadıkları için gerçekte Allah'a teslim olmayacaklar, ancak yine de İslâm hakimiyeti altında olarak İslam'a teslim olmak zorunda kalacaklar. Böylece bütün bu insanlar İslam'ın dini ve siyasi yöneticilerine teslim olmuş olacaklardır. Yani İslâm'ın Allah'ına boyun eğmeyen insanlar, İslam'ın dini ve siyasi liderlerine boyun eğecekler! Çünkü bu liderler için önemli olan şey, insanların Allah'a gerçek anlamda teslim olup olmamaları değil, kendi güçlerini ve egemenliklerini sağlama almaktır. Bu yüzden onlar için, birilerinin gerçek ya da sahte Müslüman olması pek önemli değildir. Ancak yine de bir risk vardır ve bu yüzden insanların gerçekten inançlı olmalarını tercih ederler. Çünkü gerçekte Müslüman olmayanların kendi bildikleri gibi özgürce yaşamalarına izin verilirse, bu durum din üzerinden kurdukları güçlerini kaybetmelerine yol açabilecektir. Yani o zaman sahte Müslümanların gerçek Müslümanmış gibi rol yapmalarına gerek kalmayacaktır. Bu da, araç olarak kullandıkları dinin giderek zayıflaması anlamına gelecektir. Sonuç olarak da, toplum üzerinde dini kullanarak elde ettikleri güçlerini kaybedebileceklerdir. Bu yüzden, münafık insanlara dikkat etmek, onlara göz açtırmamak ve onları sürekli baskı yoluyla kontrol etmek gerektiğinin çok iyi farkındadırlar.

Yani, insanları Müslüman yapmanın asıl amacı, inkarcıları ya da münafıkları cehennemden kurtarıp, onların da cennet nimetlerine kavuşturmak olmamıştır. Temel amaç, kitleleri kontrol altında tutmak ve onlar üzerinde hakimiyet sağlamak ve bunu sürdürebilecek bir düzeni sağlamaktı. Böylece güç, zenginlik ve prestij elde edeceklerdi.

Öyleyse bu durum, sahte Müslümanların hep zayıf durumda olup, her zaman gerçek Müslümanlara boyun eğdikleri anlamına mı gelir? Hayır. Kesinlikle değil. Aslında bunun tersinin doğru olduğu bile söylenebilir. Çünkü tarih boyunca birçokları sahte Müslüman oldukları halde, gerçek Müslüman kisvesine bürünmüş ve bu şekilde güce, itibara ve paraya kavuşmuştur. Buna verilebilecek örneklerden biri de Emeviler'dir. Emeviler'de olduğu gibi, akıllı ve kurnaz bazı kişiler, dini ve siyaseti ustalıkla kullanarak toplumun üzerinde kendi hakimiyetlerini kurmuşlardır. Ve din sayesinde elde ettikleri güçle, insanlara dini baskı ve zulümler yapmışlardır. Yani bazıları kurnaz bir şekilde davranarak İslamcı kimliğine bürünmüş ve siyasi gücü İslam'a gerçekten inananların elinden almışlardır. Tarih boyunca İslam dini, uyanık kişilerin kendi aralarındaki çekişmelerinde kendilerine güç devşirmek için kullandıkları bir araç olmuştur. Ve bu durum halifelerin zamanından itibaren başlamış dır.

✔ Have you seen the writing on the wall? @babylonthegreatwasremembered .Grammatical analysis of Peshitta verse Revelation 16:19